Ege'nin İncisi

  • İzmir Agorası:

Yunanca bir sözcük olan “agora”, “toplanma alanı, şehir meydanı, çarşı, pazar yeri” anlamlarına gelmektedir. Antik dönemde agoranın ticari, politik ve dini işlevlerinin yanı sıra pek çok sosyal etkinliğin düzenlendiği, şehrin odak noktası konumundaki bir sanat alanı olarak da kullanıldığı bilinmektedir. Antik dönemde her şehirde en az bir agora bulunmaktaydı. Bazı büyük ve önemli şehirlerde genellikle iki agora yer alıyordu. Bunlardan biri etrafında çeşitli kamu binalarının sıralandığı ve devlet işlerinin görüldüğü devlet Agora’sı, diğeriyse ticari etkinliklerin yürütüldüğü ticari Agora’dır.

İzmir Agorası, antik Smyrna kentinin M.Ö. 4. yüzyılda taşındığı Pagos’un (Kadifekale) kuzey yamacında yer almaktadır. Dönemin önemli kamu binalarıyla çevrili olan yapı, şehrin devlet Agora’sıydı.

Helenistik dönemde kurulmuş olan Agora’nın günümüze kadar ulaşan kalıntılarının çoğu, M.Ö. 178 yılındaki depremin ardından İmparator Marcus Aurelius’un katkılarıyla yeniden inşa edilmiş olan Agora’ya aittir.

  • Saat Kulesi:

Zarif görünümü ve Osmanlı’ya özgü mimari özellikleriyle İzmir’in simgesi olarak bilinen Saat Kulesi, Konak Meydanı’nı bir inci gibi süslemektedir.

Saat Kulesi, Sultan II. Abdülhamit’in 1901’de tahta çıkışının 25. yıl dönümü etkinliğinde Sadrazam Said Paşa tarafından yaptırılmıştır. Dairesel tabanının çevresinde yer alan dört çeşmesiyle 25 m yüksekliğindedir.

Kulenin saati, Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhem tarafından Osmanlı İmparatoru Sultan II. Abdülhamit’e arkadaşlıklarının bir simgesi olarak hediye edilmiştir. Kulenin en önemli özelliği, yapılış tarihinden itibaren saatinin hiç durmamış olmasıdır.

  • İzmir Tarihi Asansör:

Bölgeye de adını veren bu yapı, Nesim Levi adında Yahudi bir iş insanı tarafından yaptırılmıştır. Mithat Paşa Caddesi ve 40 metre yükseklikteki Şehit Nihat Bey Caddesi arasına kurulan Asansör, bir taş ocağı üzerine inşa edilmiş olup 1907’de hizmete açılmıştır. Asansör herkesi Mithat Paşa Caddesi ve Halil Rıfat Paşa Caddesi arasındaki 155 basamağı çıkmaktan kurtarmaktadır. Asansörün kulesi üç katlıdır. Bugüne dek sağlam kalan asansör günümüzde elektrikle çalışmaktadır.

İzmir’de görülebilecek en iyi yerlerden biri olan asansörün muhakkak fotoğraflarını çekmek isteyeceksiniz. Bir dönem Asansör’ün bulunduğu caddede oturan dünyaca ünlü sanatçı Dario Moreno’nun ismi caddeye verilmiştir. Her yıl 15 Aralık’ta caddede bir anma günü düzenlenmektedir. İki yanında manolya ağaçlarının sıralandığı bu caddede cumba oymalı eski İzmir evlerini görebilirsiniz.

  • Kızıl Avlu:

Arkeolojik kazılar, UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Bergama kentinin yedi kilisesinden ve Anadolu’nun günümüze dek ayakta kalabilmiş en uzun yapılarından biri olan Kızıl Avlu bazilikasının zemini altında yoğunlaşmaya başlamıştır.

Bu bazilika, geniş avlusu ve tamamı kızıl tuğlalardan oluşan yapısıyla halk arasında “kızıl avlu” olarak bilinmektedir. Anadolu’da Roma dönemine ait en yüksek yapılardan olan 19 metre yüksekliğindeki bazilika, muhteşem bir dini yapı olarak görülmektedir.

M.S. 2. yüzyılda İmparator Hadrian döneminde inşa edilen bazilikanın Mısır tanrılarından Serapis ve İsis’e adanmış olduğu düşünülmektedir. Bazilika daha sonraları ek binalarla genişletilerek Hristiyanlar için dini bir merkez haline gelmiştir.

Bizans döneminde kiliseye dönüştürülmesinin ardından Hristiyanlar için tarihi bir öneme kavuşan bazilika, Bergama’yı ziyaret eden turistler için öncelikle uğranması gereken noktalardan biridir. Bazilikanın yeniden inşası, korunması ve restorasyonu Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından üstlenilmiştir.

  • Akropol:

Bergama’daki ilk yerleşim yeri, “kale” anlamına gelen Akropol’dür. Şehre gelen ziyaretçileri tüm ihtişamıyla karşılamaktadır. Bugün Akropol’ün bulunduğu yere, Bergama’nın harika manzarasını seyrederek teleferikle ulaşabilirsiniz. Akropol, 300 metre yükseklikte yer almaktadır. Bu muhteşem tepede Bergama krallarının sarayları, tiyatro, kutsal alanlar, tapınaklar, agora, gymnasion, heroon ve diğer Roma dönemi kalıntıları görülebilir.

Dünyanın en dik eğime (yaklaşık 70 derece) sahip tiyatrosu da Akropol’de yer almaktadır. 15 bin insan kapasitesi, 80 sırası olan tiyatronun en yüksek sırasıyla orkestra bölümü arasındaki yükseltisi 36 metredir.

Tiyatronun terası üzerinde, Bergama’nın en eski tapınağı olan Athena Tapınağı yer almaktadır fakat tapınaktan geriye yalnızca çeşmesi kalmıştır. Tapınak Zeus’a ve şehrin tanrıçası Athena’ya adanmıştır.

Akropol’deki yer alan ve tapınaklara, depolara, ayrıntılı su yollarına ve yukarı agoraya (pazar yeri) göre daha sade olan sarayların hepsi oldukça etkileyicidir.

  • Asklepion:

Bergama’daki bulunan ve antik dönemin en önemli sağlık merkezlerinden biri olan Asklepion tarihe, dönemin ünlü fizikçilerinin eğitim gördüğü ilk psikiyatri hastanesi ve tıp okulu olarak geçmiştir. Günümüzde yapının radyoaktif özellikleri keşfedilmiştir ve şifalı suları insanlar tarafından yüzyıllardır sağlık sebepleri için kullanılmaktadır.

Asklepion adını, Apollon’un oğlu olan ve sağlık tanrısı olarak bilinen Asclepios’tan almıştır.

Asklepion; öğretiler ve inançlarla iç içe geçmiş olan tıp, acil tıp ve cerrahi teknikleriyle döneminin en önemli sağlık merkezlerinden biri olma ününe sahiptir ve bu ünü günümüze kadar ulaşmıştır.

  • Efes:

Dünya Miraslar Listesi “Efes” Dünya Miras Alanı; Çukuriçi Höyük, Ayasuluk Tepesi (Selçuk Kalesi, Aziz Yuhanna Bazilikası, İsa Bey Hamamı, İsa Bey Camii, Artemision), Efes antik kenti ve Meryem Ana Evi olmak üzere dört bölümden meydana gelmektedir.

Antik dönemin en önemli merkezlerinden olan Efes; Helen, Roma, Doğu Roma, beylikler ve Osmanlı dönemlerinden başlayarak neredeyse 9.000 yıl süren bir yerleşim tarihinin tüm aşamalarına tanıklık etmiş önemli liman şehirlerinden ve kültür-ticaret merkezlerinden biri olmuştur.

Farklı dönemlere ait en olağanüstü mimari ve şehir planlama örnekleri, Helenistik dönem ve Roma döneminin üstün kentleşme, mimari ve din tarihine ışık tutan simgeler barındıran Efes kentinde bulunmaktadır. Meryem Kilisesi, 431 tarihli Ekümenik Konsil’in toplandığı, Meryem’in İsa’nın Annesi olarak kabul ve ilan edildiği ve İsa’nın havarilerinden birinin Efes’te Yuhanna İncili’ni yazdığı yerdir. Yuhanna’nın mezarı üzerine inşa edilen bazilikanın erken Hristiyanlık dönemine tanıklık ettiği gibi, günümüzde Hristiyanlar tarafından bir hac yeri olarak kabul edilen Meryem Ana Evi ve beylikler döneminde inşa edilmiş olan İslami yapılarıyla Efes de din tarihi yönünden bugün hâlâ ayakta olan benzersiz bir merkezdir.

The most outstanding examples of architecture and urban planning of different periods are in Ephesus, which contains icons that shed light on the superior urbanization, architecture and religious history of the Hellenistic and Roman periods. The Church of Mary, the place where the Ecumenical Consul dated 431, when Mary was considered and proclaimed Mother of Jesus, was one of the apostles of Jesus and wrote The Gospel of John in Ephesus. As the basilica built on John’s tomb bears witness to the early Christian period, the House of the Virgin Mary, which is considered a place of pilgrimage by Christians today, and the Islamic structures built during the principalities period, Ephesus also offers a unique accumulation that still stands today in terms of religious history.

  • Artemis Tapınağı:

Efes’teki Artemis Tapınağı antik dünyanın yedi harikasından biridir. Bu tapınağın en önemli özelliği, antik dönemde mermerden yapılan ilk ve en büyük yapı olmasıdır. Geriye temeli dışında pek bir şey kalmamış olsa da, arkeolojik kazılarda açığa çıkarılmış parçalar kullanılarak orijinal yapının bir rekonstrüksiyonunu çizmek mümkündür. Helenistik dönem öncesinde Artemis Tapınağı, yerli halkın Kibele’ye taptığı kutsal alanda yer almaktaydı.

Dünyanın yedi harikasından biri olan tapınak, şöhretini M.Ö. 334-250 yılları arasında dünyaya sunmuştur. Yağmalar, depremler, yangınlar ve benzeri sebeplerden dolayı yedi kez yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Bir zamanlar İyonya’ya özgü büyük sütunlarla çevrili olduysa da günümüzde sadece sunak bölümü kalmıştır. Tapınak dünyada mermerden yapılan ilk ve en büyük yapıydı. Kalıntıların bir kısmı Londra’daki British Museum’da, bir kısmı da Viyana Efes Müzesinde sergilenmektedir.

  • Meryem Ana Evi:

Meryem’in son zamanlarını geçirdiği düşünülen yerdir. Kendisinin, bölgeye Hristiyanlığı yaymak amacıyla orada birkaç yıl geçiren Aziz Yuhanna’yla birlikte gelmiş olabilir. Meryem kalabalık bir yerdense bu uzaktaki yerde yaşamayı tercih etmiştir.

Meryem Ana Evi, Roma mimarisinin tamamıyla taştan yapılmış tipik bir örneğidir. M.S. 4. yüzyılda Meryem’in evini ve mezarını birleştiren bir kilise inşa edilmiştir. İki katlı orijinal ev; içinden başka bir odaya geçilen bir oda (bugün mum dikilen alan), yatak odası, dua odası (Hristiyanların kilise alanı) ve şömineli bir odadan (Müslümanlar için bir şapel) oluşmaktaydı. Ön mutfaklardan biri yıkılmış ve 1940’larda yeniden restore edilmiştir. Günümüzde yalnızca orta bölüm ve sunağın sağında bulunan bir oda ziyarete açıktır. Bu kısımda yapının evden çok bir kiliseyi andırdığı düşünülebilir. Diğer bir ilginç yer de kilisenin bulunduğu alanın çıkışında yer alan ve içinden herkesin içebileceği oldukça tuzlu fakat şifalı bir suyun aktığı “Meryem Ana Çeşmesi”dir.

  • Şirince Köyü:

Bu sevimli eski Ortodoks köyünün adı bir zamanlar Çirkince idi. Elbette bu, köy sakinlerinin yabancılar tarafından rahatsız edilmemek ve köylerinin güzelliğini kimseyle paylaşmamak amacıyla bilinçli olarak verdiği bir isimdir. Yine de yıllar sonra ziyaretçiler köyün hiç de çirkin olmadığını anlayıp ona Şirince adını vermiştir. Köy bir dağın tepesinde kurulu olduğundan, buraya gelen herkes yolları üzerinde etkileyici üzüm bağları ve şeftali ağaçlarıyla dolu manzaraların tadını çıkarabilir.

Günümüzde köy 1920’lerdeki gibi Türk-Rum kültürünün mükemmel bir sentezi olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın ardından Rum ve Türk halkları arasında bir nüfus mübadelesi gerçekleşmiş ve orijinal dış görünümlerini korumuş olsalar da tüm o geleneksel Rum evlerinin içi yörenin kültürüne göre yeniden düzenlenmiştir. Bu evlerin en güzel olanları ziyaretçilere açıktır. İçlerinden birinin avlusunda güzelce restore edilmiş bir Ortodoks kilisesi bile bulabilirsiniz.

Tüm köyü saran dar sokaklar zeytin yağı başta olmak üzere her türlü el yapımı ürün satan kadınlara aittir. Şirince’nin bir başka güzelliği de şarabıdır: küçük kafelerde veya restore edilmiş olan eski köy okulunda tadım yapabilirsiniz.

  • Aziz Yuhanna Bazilikası:

Aziz Yuhanna Bazilikası 6. yüzyılda İmparator I. Justinianus ve karısı Theodora hükümdarlığında, Aziz Yuhanna’nın mezarının bulunduğu düşünülen alan üzerine kurulmuştur. Çarmıha gerildiği sırada İsa, gözde havarisi Yuhanna’dan annesine göz kulak olmasını istemiştir. Yuhanna ve Meryem M.S. 38 ve 47 yılları arasında Efes’e giderek orada yaşamıştır.

Aziz Yuhanna Bazilikası aktif olarak kullanıldığı dönemlerde Anadolu’nun en büyük ikinci kilisesiydi. Bazilikanın etkileyici kalıntıları hâlâ görülebilir. Bazilikanın altı kubbeli haç şeklinde bir planı bulunuyordu. Orta kubbenin altında Aziz Yuhanna’nın mezarı yer almaktaydı. Buraya hac ziyaretine gelenler Yuhanna’nın mezarından alınan ince bir toz tabakasının büyülü ve şifalı etkileri olduğuna inanıyordu.

Ziyaretçiler ayrıca Papa 6. Paul’ün 26 Temmuz 1967’de bu mekanda dua ettiğini belirten bir yazı da görebilir. Papa’nın harabeye gerçekleştirdiği ziyaret, bölgeyi oldukça popüler hale getirmiştir.

  • İsa Bey Camii:

İsa Bey Camii M.S. 14. yüzyılın sonlarındaki Selçuklu İmparatorluğu döneminin son zamanlarını yansıtan en güzel ve en önemli örneklerden biridir. Ayrıca bu cami, bilim insanları ve alimler açısından İslami bir merkez olan Şam şehrindeki Emevî Camii’den de izler taşımaktadır. Bu camideki mermer ve çiniler, ziyaretçilerine ahenkli bir görsel şölen sunmaktadır. Hükümdar Aydınoğlu İsa Bey, imparatorluğun gücünü ve ihtişamını yansıtabilmek amacıyla bir mimar görevlendirmiş ve o da böylesi bir güzelliği ortaya koyabilmek için büyük çaba sarf etmiştir. İsa Bey Camii, Efes’in güzelliği ve Artemis’in yaratıcılığı karşısında yüzyıllar sonra dahi adeta “ben de buradayım” diyerek adını duyuran bir yapıdır.

Ünlü Türk gezginlerinden Evliya Çelebi, kitabında 17. yüzyılda açılmış olan bu cami hakkında bizlere ayrıntılı bilgi vermektedir. Osmanlı İmparatorluğu güç kaybetmeye başlayınca 19. yüzyılın sonlarında harabe olarak kalmış olan cami, kervanların geceyi geçirmek üzere develeriyle konakladığı bir kervansaray olarak kullanılmıştır. Bu dönemde cami pek çok kez değişime uğramış ve iç kısmında da bazı değişiklikler yapılmıştır.

1934’te ilk kez yenilenmiş olup 1988 yılındaki son restorasyonuna kadar pek çok kez restore edilmiştir. Sonrasında ibadete ve ziyarete açılmıştır.